12 Eylül 2011 Pazartesi

Turkish Barca...



Yenilgi sonrası yazıları hep zor geliyor bana. Toz konduramadığım takımımı kayırmak için ne yalan söyleyeyim çok uğraşıyorum hep, ancak bu sefer takım, o kadar temel hatalar sergiledi ki, açıkcası işimin çok daha zor olacağı kesin.

Başlayan kadro, oyuncu değişiklikleri vs. hakkında fazlaca konuşmayı sevmiyorum. O nedenle maç esnasında kenardan yapılan hamlelerin (negatif anlamda fazlaca göze batan hamle olmadığından ötürü) olumlu olduğu varsayımıyla, takımın, oyun içinde sahada ki görünüşünün felaket oluşu asıl önemle değinilmesi gereken gerçek olduğu kanaatindeyim. Hiç altyapıda vs. oynamadan söyleyebilirim ki, "bloklar arası uyum" klişesi sanırım oyunculuğa ilk adım atanların öğrendiği ilk derslerden. Futbol, takımca oynanan bir oyun ve takımı oluşturan daha alt birimlerin uyumlu olmasıyla, sistematik çalışan takım olgusu, güzel oyun için birincil adım. Tüm bu bilgiler ışığında dönüp bu gece ki maça baktığımda karşılaştığım manzara ise doğruların maalesef ki sahadaki oyuncular tarafından gerçekleştirilemeyişiydi. Kaldı ki günümüzde bunu kusursuza yakın gerçekleştirebilen tek takım Barcelona.

Hasan Hoca (Şaş)'nın, maç öncesi 2-5-3 taktiğini benimseyeceklerini söylevini duyduğumda aklıma geçen günlerde Uğur Meleke'nin Milliyet Gazetesi'nde 0-10-0 başlıklı yazısı geldi. Meleke yazısında kısaca, dünyada gelişen ve değişen futbolun, saha içinde değişken taktiklerle oynandığını ve oyuncu özellikleriyle (pozisyon, yetenek vs.) bu sistemin temelinde 0-10-0 taktiğinin yattığını, eski tip alışılagelmiş stoperlerin, 10 numaraların ve Hakan Şükür vari santraforların artık tarihin tozlu sayfalarında yer aradığından bahsetmişti. İşte Hoca'nın lafı ve Meleke'nin bu yazısı bir araya geldiğinde maç öncesi Galatasaray adına beklenti "Turkish Barca" yönündeydi.

Ne var ki, sistemin benimsenişi ancak zihinlerde kabul görmüş, fiziken uygulamada ne yapacağını bilemeyen, ordan oraya garip koşular yapan, birbirlerinin topuna hamle yapan ve genellikle pozisyondan kurtulunca aktif(!) dinlenmeye geçen bir takım oluşmuştu. Özellikle defans bloğundaki gedik inanılası boyutlardan çok uzakken, bir türlü çözülemeyen sol bek sıkıntısı bu gediğin en göze çarpanı olmuş durumda. Sağ tarafında soldan hallice olduğu gerçeğini değiştirebilen tek adam Ujfalusi de stopere kayınca, o dakikaya kadar kullandığımız tek kanadın varyasyonları da sıfıra indirgendi. Geriye kalansa maç boyunca gözü alıştıran Melo-Baros verkaçlarıyken, buradan sonucun bir türlü gelmeyişi ve her defasında yay üzerinde şut çekmeyi haram bilmiş oyuncuların top kayıpları gol sıkıntısını bir defa daha artırdı.

Kaleci konusundaysa Muslera'ya toz konduramam. Yıllardır yan toplara bu denli hamle yapan bir kaleci kalemizde görememişken, Muslera'nın bu hamlesiyle elden kaçan top, varsın kaçsın. Asıl önemli olan sağdan orta yapan İBB'li oyuncuya sol bek Çağlar'ın yaptığı hamle. Evlere şenlik mübarek!

Sonuçta varılan nokta daha fazla çalışmanın gerektiği noktasında pekişiyor her örnekle. Geriye kalan teselli ise bu takımın potansiyelinin fazlaca oluşu ve Olimpiyat çilesinden bir an kurtulmuş olmamız.

Hiç yorum yok: